Pembe Vadi veya Güllüdere

Rosa Tal Güllüdere

İkinci gecemiz de çok rahat ve uykumuzu alacak kadar serindi. Sonrasında günün erken saatlerinde bir sonraki vadiye doğru yola çıktık. Bu sefer rehberimiz bizi „Pembe Vadiye“Read Moregötürüyordu, buradaki kayalar pempe renkli olduğu için bu vadiye Pembe Vadi adı verilmiş. Yine bu bölgede nehir boyunca uzanıyor ve sık bitki örtüsü ağaçlardan ve çalılıklardan oluşuyordu.  

Vadi boyunca sürekli yukarı doğru tırmanıyor ve son günlerde yağan yağmurun izlerini hissedebiliyorduk, zira nehir yatağı sanki yıkanmış gibiydi. Yolda başka bir kaya kilisesine rastladık, bu hayret verici büyüklükteki kilisenin tavanı dini motiflerle süslenmişti. Biraz maceraperest şekilde kilisenin içinde üst katlara doğru tırmandık ancak bu çabalarımıza değdiğini söylemek gerekir.  

Sonrasında nehir boyu ilerlerken iki beyefendiye rastladık, onlarda motorlarını kurtarmaya çalışıyorlardı. İçimden herhalde yanlış park ettiler diye düşünürken, çok iyi bir Almanca ile cevap gecikmedi: Nehir motorumuzu bir kaç yüz metre sürükledi. Motor tamamen hasarlı haldeydi. Bu görüşmemiz ise uzun sürecek olan sohbetimizin henüz başını oluşturuyordu, zira Ahmet bey, Almanya da doğmuş bir Türk olarak yaklaşık 20 yıldır buradaki dağda kaya evlerinden birinde yaşıyordu.  

Eşi ve iki oğlu ile birlikte arada sırada vadide turist rehberliriği yapıyor ve bunun dışında evinin önünde bir teras restoran işletiyordu. Elektrik jeneratörden sağlanıyor ve taze kaynak suyu en azından biraz da olsa konforlu bir hayat sunuyordu. Ahmet bizi mangal partisine davet etti, bu partileri burada gezen ziyaretçiler de çok tercih ediyormuş, gece de konaklama orada yapılıyor. Ancak biz otelimize geri dönmeyi tercih ettik, bu şekilde Ürgüp’de de biraz daha gezme fırsatımız olacaktı.  


Kısa bir molanın ardında yemek için tekrar Ürgüp’e döndük. Burada bizi çok özel bir lezzet bekliyordu, şimdiye kadar böyle bir şey görmemiştik: Güveçlerin içinde farklı lezzet sunuyorlardı, güveçler pişerken içindeki yemek iyice pişsin diye yine toprak kapakla ve hamurla sıvanarak kapatılıyordu, böylece vakumlu bir kapak elde edilmiş oluyordu, sonrasında ise bu güveçler açık ateş üzerine oturtuluyordu. Hamur ateş üzerinde şişiyor ve kapağı iyece alt kısma yapıştırıyordu: Yani güveçten bir düdüklü tencere yaratılmıştı! Besin maddelerinden hiç bir kayıp vermeden yemek mükemmel bir lezzetle biraz sonra önümüze gelmişti. Bize bir tek lezzetin keyfine varmak ve hesabın uygunluğu karşısında şaşırmak kalmıştı.

Yaşam | Outdoor

Türkiye

Seyahat

Kültür