Aphrodisias

Aphrodisias

Aphrodisias antik çağların görkemli kentlerinden biridir. Babadağ sırasının eteklerinde, denizden yaklaşık 600 m yükseklikte bir plato üzerinde, Aydın ilinin Karacasu ilçesine bağlı bulunan Geyre köyü yakınlarındadır.

Kent adını, aşk ve güzellik tanrıçası Aphrodite’den almıştır.

Eski Aphrodisias şehri, Roma ve Yunan dönemlerinin en önemli arkeolojik yerlerinden biridir. Aphrodisias kenti Antik Çağ'ın önde gelen sanat,heykeltıraşlık, mimarlık ve tapınma merkeziydi. Yapılan bazı bilimsel araştırmalar ve kazılar sonundaki tespitler, buradaki ilk yerleşmenin MÖ 4000 yıllarında Kalkolitik Çağlar’da başladığını göstermiştir. Aphrodisias’ın en parlak ve gelişkin dönemi, Roma Çağları’ndadır.

Aphrodisias, Bizans Çağları’nda dinsel ve siyasal nedenlerden olumsuz etkilenmiştir ve Roma dönemlerinden kalma parlak dönemlerini geride bırakmıştır. Yer sarsıntıları, yangınlar, Arap ve Sasani akınları ile harp olan kent zamanla terk edilmiştir.

Burada ilk arkeolojik kazı ve araştırmalar 1904 yılında başlamıştır. Yapılan bu kazı ve araştırmalar sonucunda tıp, matematik, mimarlık, heykeltraşlık, astronomi gibi çeşitli alanlarda ve sanat dallarında önemli çalışmalar yapıldığı belgeler halinde bildirilmiştir. Bu çalışmalar 1961 yılından itibaren "National Geographic Society" kurumunun sağladığı finansman ile New York Üniversitesi adına 1990 yılına kadar Prof. Kenan Erim’in başkanlığında sürdürülmüştür. Şu an ise Prof. Roland Smith tarafından sürdürülmektedir. Günümüze kadar ayakta kalması sağlanan yapıtlar arasında; hamam ve agora, kentin tapınağı, stadyum, Roma-Bizans dönemleri arasında yapılmış surlar, akropol, odeon, 10.000 kişilik tiyatro bulunmaktadır.

Aphrodisas Aydın ilinin sahip olduğu en önemli kültürel mirastır. Arkeolojik kazılara son yıllarda verilen önemin artması, iyi korunmuş sanat eserlerinin güzelliği ve bolluğu, ve bulunan eserlerin müzelerde sergilenmesi buranın kültürel miras değerini daha da arttırmıştır.

Karia bölgesinin ise kuzeydoğusunda yer alan Aphrodisias hakkında tarihsel kayıtlarda çok az bilgi bulunduğundan, yapılan arkeolojik kazılar kendi açıklamasını birlikte getirmektedir. Bizanslı tarihçi olan Stephanus’un yazdığına göre bir leleg-pelasg yerleşimi olan kentin ilk adı Lelegonpolis olan kent gelişince Megalopolisadını almıştır. Daha sonra ise Babil’in kralı olan Ninos’un ardından Nioe adı altında anılmıştır. Bu isme, Aphrodisias’da bulunmuş bir kabartma üzerinde de rastlanmıştır.

Nino, “nina” ve “nin” Akad dilinde Tanrıça İştar için kullanılmaktadır. İştar, Babil ve Ninova’nın Hazreti Süleyman’a bile hükmetmiş aşk tanrıçasıydı ve özellikleri Afrodit’inkilere çok benzemekteydi. Yani Aphrodisias, Ninoe’nin Yunanca çevirisiydi. Bu da, ana Tanrıça tapım yeri olduğunun kanıtı sayılmasına neden olmuştur.

Hıristiyanlığın yayılması ve imparatorluğun resmi dini olmasından sonra, Afrodit’in adını unutturmak için Bizans döneminde buraya Stavropolis (Haç kenti) adı verildi. Ancak, kent bölgenin adı olan Karia olarak bilindi. Türkler tarafından eski kalıntılar üzerine kurulan köyün Geyre adının da Karia’dan gelme olduğu düşünülüyor.

Afrodisias ören yeri, Charles Texier ve Laborde gibi birçok batılı gezginin dikkatini çekmiştir. Bu kişiler buldukları kalıntıların çizimini yaparak anlatmışlardır.

Aphrodisias ören yeri Roma döneminde inşa edilmiş ve Bizans döneminde onarılmış 3,5 km’lik bir surla çevrilmiştir. Yaklaşık 520 hektarlık bir alanı çevrelemektedir. Duvarın inşa ve onarımlarında eski mimari parçaların kullanıldığını görmekteyiz.. Kent, aslında Prehistorik bir höyük olan 15 metre yükseklikteki Akropol tepesi diye anılan yükselti dışında, düz bir alanda kurulmuştur.

Arkeoloji

Anıtsal taşların birçok parçası Aphrodisias’ın yeniden yapılandırılan duvarlarında kullanılmıştır. Burada bulunan çoğu yazıtlar kolayca ve hiçbir kazı işlemi olamadan okunabilmektedir. Bu yüzden Aphrodisias sık sık ziyaret edilen bir yer haline gelmiştir. Yazıtlar 18. yüzyılın başlarından itibaren kaydedilmiştir.

İlk olarak resmi kazılar, 1904-1905 yıllarında Paul Gaudin başkanlığında bir Fransız heyeti tarafından, kısa süreli iki kazı yapılmıştır. 1913’de A. Boulanger’in de yaptığı bir kazı işlemi olmuştur. 1937’de Julio Jakopi’nin yönetimindeki İtalyan heyeti de kazılar yaptı. En verimli kazılar ise, 1961 yılından beri Prof. Kenan Erim başkanlığındaki (ölüm:1990) National Geographic Society tarafından da desteklenen New York Üniversitesi adına yapılanlar kazılar olmuştur. Bu kazılar sırasında iyi korunmuş birçok yapı yanında muhteşem güzellikte sayısız heykel gün yüzüne çıkarılmıştır. Bunların sadece bir bölümü Aphrodisias’ta kurulan özel müzeye yerleştirilebildi.

Jeolojik Tarih

Aphrodisias deprem bölgesindedir ve bu yüzden çeşitli zamanlarda özellikle 4. ve 7. yüzyıllarda epey bir zarar görmüştür. 4. yüzyıl depremlerinin birinde sel basmaya eğilimli şehrin alt saçağı değişmiştir.

Jeolojik olarak bir fay hattı üzerinde bulunan Aphrodisias, tarihi boyunca depremlerle uğraşmak zorunda kalmıştır. Günümüzde bu depremlerin izlerini, onarım yapılan yapılarda görebiliriz. 350 ve 360 lı yıllarda tıpkı komşu şehir Efes gibi ciddi depremlerle karşılaşmış uğramış ve su kanalları çok büyük zarar görmüştür. 610-641 yılında meydana gelen depremler, sorunları daha da ciddi boyut haline getirmiştir. Aphrodisias’ın önemi 7. yy a kadar devam etmiştir. Fakat dinsel çekişmeler, doğrudan gelen istilalar, iktisadi ve siyasal sorunlar kentin çöküşünün alt yapısını oluşturmuştur. 7. yy depreminden sonra kent bir daha onarılamamıştır.. 4. yy da yapılan surlar onarılamadığı için, akropole bir kale inşa edildi ve aynı zamanda bir gözetleme noktası olarak da kullanıldı. 7. yy sonrasına ait bilgiler kısıtlıdır. 11. ve 13. yy lar arasında, Selçukluların egemenliği altındaydı. 13. yy dan sonra tüm yöre Aydın yada Menteşe Beyliğinin topraklarına katılır. Aphrodisias bu yıllarda terkedilmiş olmalıdır. 15. ve 16. yy’larda ovanın verimliliği sayesinde yörede yeni yerleşimler olmuş ve Geyre köyü kurulmuştur.

Aphrodite Tapınağı, kuzey bölgede yerleşmiştir ve şehrin merkezini ve çekirdeğini oluşturduğundan bir odak noktasıdır. İbadet yeri tapınağın ilk zamanlarından kalmış olmasına rağmen bu gün MÖ 1.yy da başladığını ve Augustus bölgesi doğrultusunda tamamlandığı düşünülüyor. Tapınağın bölgesi 2. yy da tamamlanmıştır. Her kenarında 13 kolon ve önde 8 kolonun bulunduğu bilinmektedir. Kimisine üzerine yaptıran kişilerin adları verilmiştir. Bazı mozaik yapıların Helenistik zamana ait tapınaklarda da bulunması buranın eski bir tapınak olduğunu gösterir.

Kuzey bölgede yerleşmiş eski zamanların Aphrodite Tapınağı şehir merkezini ve çekirdeğini oluşturuyor. Eski tapınağın bütün bu kalıntıları 40 kolonun 14'ünü içermekte ve bu kolonlar bir kere O'nun etrafını kuşatmakta. İbadet yeri tapınağın ilk zamanlarından kalmış olmasına rağmen bu gün MÖ 1.yy da başladığını görüyoruz ve Augustus bölgesi doğrultusunda tamamlandığı düşünülüyor. Tapınak bölgesi 2.yy.da tamamlandı. Bu yapıyla alakalı her kenarında 13 kolon ve önde 8 kolonun bulunduğu bilinir.bazı kolonları üzerine yaptıran kişilerin isimleri verilmiştir. Aynı zamanda Cella'nın duvarlarının içerdiği heykeller uzaklaştırıldı ve kolonları dışa hareketleri ile yapı genişletilerek duvarlar arttırılmıştır. Doğu ve batı taraflarına apse yapıldı. Cella'da tapınma heykeli bulunmadı ama bütün özellikleriyle dışarıya taşınmış bir şekilde bulundu. Müzede yeni sergilenenler katılaşmış bir şekilde gösterilmekte ve Efes'in Artemis'ine benzemektedir. Tanrıça kolunun biri ileri doğru olacak şekilde uzun elbise giymiştir.. Elbisenin şeridi üzerinde çok ilginç oyma kabartmalar bulunur. Güneş ve ay tanrıçaları 3 şükran duası Afrodit ile ortada, Afrodit ve 3 “Cupid” balık kuyruğuna sahip keçi üstünde oturmaktadır ve bunlar tapınma için yapılmış putların çeşitli kopyaları üstündeki her şey birer sembol olarak gösterilmektedir.

Tapınak, yapılan incelemeler sonucunda arkaik döneme kadar götürülebilmiştir. Fakat her dönemde yapılan restorasyon çalışmaları, Bizanslı ustaların yaptığı gibi ortadaki kanıtların yok olmasına sebep olmuştur. Bizanslı araştırmacılar tapınağın çevresinde ve içinde mezarlar kazarak, katmanları altüst etmişlerdir.

Tanrıça Aphrodite'nin kült heykeli, Hıristiyanlık öncesi dönemde tapınak içerisinde yer almaktaydı fakat Hristiyanlığın kabulü ile tapınağın kiliseye çevrilmesi sonucu, kült heykeli de tahrip edilerek dışarı atılmış, daha sonra bir yapıda mimari eleman olarak kullanılmıştır.

Odeon ve Bishop’s Sarayı (Bouletheion – Odean)

Odeon konferans salonu, tiyatro ve konser alanından farklıdır ve devleti iyi bir şekilde koruyan bir yapıdır. Bu yapı MS 2. yy da inşa edilmiştir ve mabedin güneyinde bulunmaktadır.1962 de tesadüfen keşfedilen bu yapı yarım daire şeklindedir ve yapının üst sıraları 4. yy da meydana gelen deprem sonucu yıkılmıştır.

Orkestranın içine kırılan fay hatlarından dolayı su dolmaktadır. Zarar görmemeleri adına taban döşemeleri olarak opus-sectile, mavi beyaz mermerler yerinden sökülmüş ve depoya taşınmıştır. Orkestra ve tiyatro bölümü mozaikler ile süslenmiştir. Heykeller müzede koruma altına alınmıştır. Konferans salonu ahşap özellikte bir çatıya sahiptir. Bu yapı yaklaşık 1750 kişilik oturma kapasitesine sahiptir ve meclis binası, müzikli gösteriler için ve konser salonu olarak kullanılmıştır.

Bu sarayın kuzeybatısında basamakları bulunan platform üzerinde, zengin ve ünlü bir kişiye ait anıt mezar bulunmaktadır. Mezar alanında ele geçirilen bitirilmiş yada yarım bırakılmış heykel parçaları bulunmuştur bu da buranın öncelerde heykeltıraşlık alan olduğu düşüncesini doğurmuştur.

Odeon sarayının güneyinde 3 apsisli boş bir peystil avlusuna sahip bazı özel odalar ve şekillerden oluşan kompleks yer almaktadır. Burası, büyük bir olasılıkla Geç Roma da bir vali konutu olarak kullanılmıştır. Hıristiyanlığın kabul edilmesinden sonra piskopos sarayı olarak kullanılmaya devam edilmiştir.

Aphrodisias'ın Yazıları

Aphrodisias'ta mermerin kalitesinin yanı sıra ayakta kalan birçok yazılar günümüze kadar taşınmıştır ve o döneme ait bilgileri bu yazılar sayesinde öğrenebilmekteyiz. Aphrodisias'ın yazıları 2000 den fazladır. Bu yazıtlar şehrin duvarlarını yeniden onarmak ve araştırma yapmak için gelen New york araştırmacılarıydı. Yazıların çoğu imparatorluk dönemlerine ait olan yazılardır ve cenaze ile ilgili ve fahri metinlerle ilgili birçok yazı ile karşılaşmak mümkündür. Fakat burada Helenistik dönemlerine ait bir çok yazı bulunmaktadır.

Aphrodisias’ta İlk Kazılar

Anadolu’nun batısındaki kentlere oranla ilgisiz kalmış olan kent, ancak 1700lerin sonlarından başlayarak ziyaret edilmeye başlanmıştır.

Charles texier ve Dilettanti Derneği (İngiliz) üyeleri, İlk Aphrodisias’a gelip, çizen ve yazıtların kopyalarını alanlardır. 1835’te 1892’de Osman Hamdi Bey bir girişim yapmak istemiş ama başarılı olamamıştır.

1904 yılında Fransız bir mühendis olan Paul Gaudin, birkaç noktada çalışmalar yapmaya başlamıştır. Yapılan çalışmalar sonucunda çok sayıda mermer eser gün ışığına çıkmış, 2.yyda çalışmalar devam etmiştir. Fakat Gaudin yerine, çalışmalara Gustav Menden tarafından devam edilmiştir.

1913’te Andre Boulanger tarafından, Atina Fransız okulunun himayesindeki kazı çalışmaları tekrar başlatılmıştır.

1937’de Giulio Jacopi’nin yönettiği bir İtalyan heyeti, yarıda kalmış olan kazılara yeniden başlatmış fakat uluslar arası sorunlar sebebiyle başaltılmış olan çalışmalar yarıda kalmıştır. Jacopi’nin 1937’de yayınladığı kitabı ve Maria F. Squarcipiano’nun kitabı “La Scula Di Afrodisias” 2. Dünya Savaşından sonra önem kazanmıştır.

Squarpino’nun yaptığı çalışmalar ve yayınladığı eserler ışığında, Aphrodisiaslı heykeltıraşların kopya değil özgün eserler ortaya çıkardıkları kanıtlanmıştır.

1961 yılında yöreye gelen Kenan Evrim’in girişimleri sayesinde New York Üniversitesi tarafından çalışmalar başlamıştır. Ölümünden sonra New York Üniversitesi Arkeologları çalışmalara devam etmiştir.

Agora

Bu Pazar yeri aynı zamanda toplantı yeri olarak kullanılmıştır ve m.ö 1 yy. ın sonlarında yapılmıştır. İon tarzındaki iki uzun portikodan oluşan bu yer doğu-batı doğrultusunda 200 metrelik mesafede sütunlu bir girişe sahiptir. Bu iki uzun portika kuzey ve güneyde bulunur. Kuzeydeki portikonun güneydekinden daha önce yapıldığı düşünülmektedir. Güneyin sütunlu girişi Tiberius’un girişi olarak bilinmektedir. Tiberius İmparator’unun övgü dolu yazıları ve değerli şerit şeklindeki süsleri İtalalyan araştırmacılar 1937 yılında yaptıkları kazılarda çıkarmışlardır. Hadrian Banyoları'nın batısında ve agora kapısının güney doğusunda yürütülen son yıllardaki çalışmalarda çok fazla sayıda yetenekli talaş yontucuları ve oymacıları ortaya çıkarılmıştır. Agora'nın anıtsal kapısı Tiberius'un sütunlu girişi sonlarının doğusunda yer almaktadır. Buradaki çoğu kabartmalar kutsal ya da bireysel portrelerle çevrili maskeler ve mitolojik dekorlar içermektedir.

Bulgular ve analizler sonucunda kuzey sütunun sırasının 1. yy.ın ilk yarısında tamamlandığını gösterir. Fakat bu sıranın batı ucu deprem neticesinde 2. yy.da onarım görmüştür.

1937 yılında Tiberius portikosunda yapılan araştırmalarda frizlerden bazılarında, imp. Tiberius’un onuruna yazılmış bir ithaf yazıtı ortaya çıkartılmıştır. Bu da portikonun agoranın bir bölümü olduğu anlaşılmıştır. Sütunların üzerinde kadın erkek ve kutsal kişilerin yüzleri ile süslenmiş çok sayıda friz blokları da bulunmuştur.

Agora kapısının nişlerini süsleyen çok sayıda heykel ve rölyef, havuzun duvarlarının yapımında kullanılmıştır. Kentauramachia, Gigantomachia, Amazonamachia bu sahnelerden birkaçıdır.

Agoranın doğu ucunda yer alan agora kapısı, 2. yy.ın hemen sonrasında yapılmıştır. İki katlı, sütunlu, nişli bu kapının her iki ucunda tonozlu iki tünel yer almaktaydı fakat depremler sonucunda bu kapı, agorayı sellerden korumak amacıyla bir çeşmeye (Nympheum) çevrildi. Önüne bir havuz yapıldı ve suların bu havuza akmasını sağlamak amacıyla pişmiş toprak künkler döşendi. Havuzun üzerindeki yazdığına göre bu değişim 5. yy.a tarihlenir.

Stadyum

Ege bölgesindeki eski stadyumlardan en iyi korunanı Aphrodisias stadyumudur ve burası şehrin kuzeyindedir. 3000 kişilik kapasiteli olan stadyum 262 m. Uzunluk , 50 m genişliğindedir. Stadyum atletizm müsabakaları için hazırlanmış ama tiyatronun 7. yy.daki depremden zarar görmesinden dolayı stadın doğu kısmı oyunlar ve sirkler için kullanılmıştır. Stadyumun dış bükey olması, seyircinin diğer seyircilerin görüşüne engel olmasını ortadan kaldırıyor ve seyirci tüm stadı görebiliyor. Roma devrinde birçok atletizm müsabakasına sahne olmuştur. Bu müsabakalar, Asya Minor'unda, Yunanistan'daki Olimpik ve Pythian oyunlarının bir modeli halindedir ve de Yunanistan'daki aynı tip oyunlara verilen isimleri almışlardır. Bu Roma izninin alındığını gösterir ve bu iznin alınması onur işareti olarak düşünülmektedir. Aphrodisias'ta bu oyunlar, Olimpik değil de Pythian olarak kabul edilmektedir. Bunlar İmparatorluk onuru olarak düzenlenen Godineia festivalleriyle tamamlanmıştır.

Tetrapylon

Bu kapı Aphrodisias'ın en göz alıcı sembolüdür. MS 2. yy’ın ortalarında yapılmıştır.
Korinth nizamında yapılmış olan bu yapı, Hellence, tetra: dört, pylon: kapı anlamındadır.
Asıl giriş doğu yönündendir. Sütunlar üzerindeki alınlıkta, akanthus yaprakları arasında avlanan Nikeler ve Eroslar yer almaktadır. Nike ve Erotes'in rahatlatıcı şekilleri ile birlikte yarım daire şeklindeki eşiği, yapının 2. ve 3. kolonlarından baskı görünür. 16 sütun yeniden dikilmiş ve onarımı yapılmıştır fakat gerçeğine yakınlığını korumuştur. Kapıda yer alan süslemelerin çeşitliliği ve zenginliği, Roma’nın büyüklük propagandasına hizmet ederken, aynı zamanda Aphrodisias lı heykeltıraş ustalarının, kendilerini şehre gelen ziyaretçilere tanıtmalarına da yardımcı olmuştur. 1990 yılında buranın onarımı tamamlanmıştır. Şu anki duruma bakarsak, tiyatronun 2. yy.da ve Bizans döneminde birtakım onarımlardan ve değişimlerden geçtiğini söylenebilmektedir. Augustus’tan, Octavianus olarak anılmasından dolayı, MÖ. 27 yılından önce tamamlanmış olduğu anlaşılır. MS. 2. yy.da tiyatroda değişiklikler yapılmış ve daha farklı gösteriler için kullanılması da sağlanmıştır.

Aphrodisias Müzesi

Batı Anadolu’da bilinen en olağandışı bu müzedir. Kazılardan sonra ortaya çıkan anıtların sergilendiği müzedir. Özellikle Aphrodisias'ın antik heykeltıraş okulunun çalışmaları bu sanatın gelişme seviyelerini gösterir.

Banyolar ve Hadrian

Banyolar, Tiberius'un Sütunlu Yolu'nun batısında, İmparator Hadrian'nın hükümdarlığı esnasında 2.yy.da inşa edilmiştir. Kompleks yapı dört geniş odayla çevrili geniş bir merkezi konser salonu içerir, bu odalar; tepidarium (ısınma odası), sııdatorium(tatlı odası), apoditerium(giyinme odası) ve frigterium' (soğuk oda)’dur. 1904 te yapılan kazı çalışmalarında Fransız arkeolog Paul Gaudin şu an İstanbul Arkeoloji Müzesinde koruma altında bulunan çok sayıda sanat eseri çıkartmıştır.

Yaşam | Outdoor

Türkiye

Seyahat

Kültür